بسم الله الرحمن الرحيم

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Hak ve Haklar

Allâhu Teâlâ'nın isimlerinden biri. Kur'ân-ı Kerim, yakîn, sâbit ve şüphe olmayan şey. Hüküm, fasıl ve kaza olunmuş iş, adâlet, İslâm, mal, mülk, vâcip, sâdık, lâyık, yaraşır, şans ve hisse. Çoğulu; hukuk ve hıkâk'tır. Hakkın, bu çeşitli anlamları, "kesin olarak sâbit olma ve gerekli olma (sübût ve vücûb) "kavramında toplanır. Kur'ân-ı Kerim'de Hakk kelimesi ve türevleri 285 kadar âyette geçer.

"Şüphesiz, onların çoğunun üzerine o söz (azap hak olmuştur" (Yâsîn, 36/7). Burada "hak oldu"; sâbit ve vâcip oldu, anlamındadır. "O günahkarlar istemese de, Allah hakkı sâbit ve üstün kılacaktır (el-Enfâl, 8/8). " De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu " (el-İsrâ,17/81) "Boşanan kadınların da ma'ruf şekilde yararlanmaları hakları olup, bu, Allah'tan korkanlar için bir vaciptir" (el-Bakara, 2/241). Burada "hak", vâcip anlamındadır. Bazan, zulmün aksi olan "adâlet" .anlamı görülür. "Allah hak (ve adâletle hükmeder" (el-Mü'min, 40/20). Şu âyette de hisse, pay anlamındadır. "Mallarında, hâlini arz eden ve edemeyen yoksular için belli bir hak (pay) vardır" (el-Meâric, 70/24).

Sonraki bazı İslam hukukçuları hakkı; "şer'an sâbit hüküm" şeklinde tarif etmişlerse de bazan hak kelimesi, mülk edinilmiş mal için kullanılır ki -bu hüküm değildir. Yine, velâyet hıdâne ve muhayyerlik hakkı gibi şer'i özellikler veya yol, geçit ve su geçirme hakkı gibi gayri menkule bağlı irtifak hakları * için kullanılır ki, bütün bunlar hüküm niteliğinde değildir.

Bazan genel anlamda şu şekilde tarif edildiği görülür: "Şerîatın yetki veya yükümlülük olarak tesbit ettiği şahsa ait haklardır. Bu tarif, hakkın dînî, medenî, te'dib, genel, mâli olan veya olmayan bütün çeşitlerini kapsamına alır. Namaz, oruç gibi Allah'ın kul üzerindeki hakları dînî; mülk edinme gibi haklar medenî; babanın çocuğunu, kocanın karısını terbiye etmesi gibi haklar te'dip; Devlet başkanının tebeayı yönetmesi gibi haklar amme; eşin-küçük çocukların ve yoksul hısımların nafakası gibi haklar mâlî; şahıs üzerinde velâyet gibi haklarda mâlî yönü bulunmayan hak niteliğindedir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, Dımaşk 1985-IV, 9).

Bu tarife göre hakkın özü şahsa bağlıdır. Satıcının satış bedeli üzerindeki hakkı gibi. Eğer hak, belirli bir şahsa bağlı değilse "genel mübahlık" tan söz edilir. Avlanmak, herkese açık ormandan odun toplamak, umûmî yollardan yararlanmak gibi. Bunlar, özel bir hak olmaktan çok, herkese tanınan genel ruhsatlar türündendir.

İslâm nazarında, hakkın kaynağı ilâhi iradedir. Bu yüzden İslâm'da haklar, kendisinden şer'î hükümlerin çıkarıldığı kaynaklara (kitap, sünnet, icmâ, kıyas) dayanan ilâhi ihsanlardır. Bir delile dayanmayan şer'î haktan söz edilemez. Hakkın kaynağı Allâhü Teâlâ'dır, çünkü ondan başka hâkim yoktur.

Dînî haklarda, hakkın sahibi Allah, diğer haklarda gerçek veya tüzel (hükmî) kişilerdir. İslâm hukukuna göre şahsiyet, sağ doğmak şartıyla, çocuğun ana karnına düştüğü andan başlar ve cenini suç işleme yoluyla düşürene bazı cezalar uygulanır. Hanefîlere göre çocuğun yarıdan fazlasının doğması, sağ doğum sayılır. Diğer fakihler ise, sağ sayılmak için çocuğun tam olarak doğmasını ve annesinden ayrılmasını şart koşarlar. İşte sağ doğmak şartıyla cenin, daha ana karnında iken bazı'medenî haklardan yararlanır. Örneğin; Mirasçı olur ve mirastan büyük pay ayrılarak bekletilir. Lehine vakıf ve vasiyyet geçerlidir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV 455).

Hakkın Çeşitleri

Hak, çeşitli bakımlardan kısımlara ayrılır. Hak sahibi açısından üçtür. Allah hakkı, insan hakkı ve müşterek hak.

1. Allah hakkı (hukukullah): Allah hakkı; kendisiyle Allah'a yaklaşmak, O'nu yüceltmek ve dininin prensiplerini veya topluma ait menfaatlerin gerçekleştirilmesi kastedilen haklardır. Bunlar, karşılığının büyüklüğü ve yararının geniş olması yüzünden Allah'a nisbet edilmiştir. Allah hakkı sayılan başlıca fiil ve ibadetler şunlardır: Namaz, oruç, hac, zekât, cihâd, emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker (iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak), adak, yemin, hayvan keserken veya her iyi işe başlarken besmele çekmek gibi ibadetler. Suçlardan sakınmak, zina, zina iftirası (kazf), hırsızlık, yol kesme ve içki içme cezası gibi hadlerle; diğer ta'zir cezalarını uygulamak; nehir, yol, mescid gibi genel irtifak (ortak kullanım) haklarını korumak.

Allah haklarının hükümleri şunlardır: Allah haklarının af, sulh veya kaldırma ile düşürülmesi yahut değiştirilmesi caiz değildir. Meselâ; hırsızlık cezası, iş hâkime intikal ettikten sonra, çalınan malın sahibinin affetmesi veya onun hırsızla anlaşması hâlinde bile düşmez. Ancak bazı Hanefî fakihleri hırsızlık cezasının tatbikini husûmet ve davanın varlığına bağlamıştır. Bu ise, tamamen kul hakkına ait bir özelliktir. Yine zina cezası, kocanın veya başkasının affetmesi yahut kadının kendisini mübah kılmasıyla düşmez. Allah hakları mirasla geçmez. Bunun bir sonucu olarak, mirasçılar, miras bırakanların yapamadığı ibadetlerden ancak vasiyyet etmeleri hâlinde sorumlu olabilir. Bunların ödemediği zekât borçlarını, mirasın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmesi gibi. Yine mirasçı, vârisin işlediği suçtan sorumlu tutulamaz. Diğer yandan bir kimse defalarca zina etse, defalarca hırsızlık yapsa, her defasında cezalandırılmamışsa, tek ceza yeterli olur. Çünkü cezadan maksat, menetmek ve alıkoymaktır. Bu maksat, bununla da gerçekleşir. İşlenen suçların cezalarını uygulamak hâkime ait bir görevdir. Hâkim (kâdî) ibadetleri terkeden veya bu konuda tenbellik gösterenleri te'dip eder, suç işleyenlere had ve ta'zîr cezalarını tatbik eder (es-Serahsî, el-Mebsût, IX, 185; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayi; VII, 52 vd.; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire (t.y), s. 324-326; ez-Zühaylî, a.g.e, IV, 13, 14).

2. İnsan hakkı(hukuku'l-ibâd):

Bunlar, özel olarak fertlerin maslahatını korumayı hedef alan haklar olup, bazı hallerde hak sahibine bir bedel verilir veya düşebilir. Kul hakları ya genel olur. Kişinin sağlığını, çocukları ve malları korumak, güvenliği sağlamak, suç ve düşmanlıklara engel olmak ve devlete ait genel irtifak haklarından yararlanmak gibi. Yahut nitelikte olur. Mâlikin mülkünde hakkını gözetmek, satıcının semende (sâtış bedeli) alıcının maldaki hakkı, kişinin telef edilen malının bedeli ve gaspedilen malın geri verilmesi konusundaki hakkı, kadının kocası üzerindeki nafaka hakkı, annenin küçük çocuğu üzerindeki bakım yani (hıdâne) hakkı ve babanın çocuğu üzerindeki velâyet hakkı, özel nitelikli kul haklarındandır.

İnsan haklarında, hak sahibinin af, sulh, ibra ya da mübah kılma yollarıyla hakkı düşürmesi mümkün ve caizdir. Bunlarda miras cereyan eder. Tedâhül hükümleri uygulanmaz. Yani insan hakkı aleyhine işlenen her suç için ayrı ceza gerekir. Ayrıca bu çeşit cezanın uygulanması hak sahibinin veya velisinin şahsi şikâyetine bağlıdır.

3. Müşterek hak:

Allah ve insan hakkı, ikisi bir arada bulunan haklara müşterek hak denir. Ancak bunları bazılarında kul hakkı üslün olur. Meselâ; boşanan kadının iddetinde bu iki hakkı bir arada görmek mümkündür. Onda Allah hakkı vardır, çünkü amaç neseplerin karışmasını önlemektir. Kul hakkı yönü vardır, çünkü, çocuğun nesebini korumak da söz konusudur. Ancak Allah hakkı daha üstündür. Çünkü nesepleri korumada toplumun genel menfaati vardır. Yine insanın hayatını, aklını, sıhhatini ve malını korumada iki hak vardır, fakat Allah hakkı, toplum menfaatinin umûmî olması yüzünden daha üstündür. Zina isnadında bulunup ta bunu dört şahitle ispat edemeyen kimseye seksen değnek vurma cezasında (kazf) da iki hak vardır, iftiraya uğrayandan âr ve ayıbı kaldırmak, şeref ve itibarını iâde etmek kul hakkıdır. İnsanları ırz ve iffetlerini korumak ise Allah hakkı olup, bu daha üstündür. Ancak İmam Şâfiî'ye (Ö. 204/819) göre, kazf haddi hâlis kul haklarındandır. Bu kabil haklar hüküm bakımından Allah haklarına dahildir (es-Serahsî, a.g.e, IX, 112; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 52, 56; İbnü'l-Hümâm" Fethu'l-Kadîr, Kahire (t.y), IV, I94; Ebû Zehra. a.g.e, s. 324-326).

Kul hakkı üstün olan hakların başında kısas ve diyet gelir. Toplumu katl suçundan temizlemek Allah hakkı, maktûlün velisinin kinini dindirmek ve onun gönlünü hoş etmek ise kulun hakkıdır. Bu hak daha üstündür. Çünkü kısas mümâselet (benzerlik) üzerine bina edilmiştir. Âyette şöyle buyrulur: "Biz Tevrat'la göze göze, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır" (el-Mâide, 5/45). Kısasta kul hakkı üstün olduğu için kişinin bu gibi cezaları affetme yetkisi vardır. Hatta bu konuda af teşvik edilmiştir. Kur'ân'da şöyle buyrulur:

"Ölenin kardeşi (velisi) tarafından bağışlanmışsa, öldürene, örfe uymak ve ona güzellikle diyet ödemek vardır" (el-Bakara, 2/178). Mağdur tarafın hakkı şu âyette açıkça ifâde edilmiştir: "Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanıdık. Artık o da, öldürme konusunda aşırı gitmesin. Çünkü kendisi yardım görmüştür"(el-İsrâ., 17/33).

Gerçek kişiye ait kul hakları, hak sahibi dikkate alınarak, düşürmeye (iskat) elverişli olup olmaması bakımından ikiye ayrılır.

l. İskata elverişli haklar. Şahıs haklarının hepsi, aynî (eşya) hakların aksine iskata elverişlidir. Kısas, şuf'a ve muhayyerlik hakkı gibi. Hakkı düşürmek ivazlı (bedel karşılığında) veya ivazsız olabilir.

2. İskata elverişli olmayan haklar. Kadının, kocasının evinde geceleme ve geleceği ait nafaka hakkını, müşterinin malı görmeden önce, görme muhayyerliği hakkını, şuf'a hakkı sahabinin (şefi') satışından önce hakkını düşürmesi ile bütün bu haklar düşmüş olmaz. Baba veya dede küçük çocuk üzerindeki velâyet hakkını düşürse, bu tasarruf hukuki sonuç doğurmaz. Çünkü bu, şahsa bağlı özlük haklarındandır. Ebû Yusuf'a göre, vakfedenin vakıf mal üzerindeki velâyet hakkı da böyledir. Yine, cayılabilir(ric'i) talakla boşanan erkeğin, karısına dönme (ric'at) hibe edenin hibeden dönme, vasiyette bulunanın vasiyetten dönme hakkını düşürmesi geçersizdir. Annenin küçük çocuk üzerindeki hidâne malı çâlınan hırsızın cezalandırılması hakkını düşürmesi de sonuç doğurmaz.

Haklar mirasla intikal edip etmemesi bakımından da ikiye ayrılır:

İslâm hukukçuları teminat veya irtifak yahut ta'yin ve ayıp muhayyerliği haklarının miras yoluyla intikal edeceği konusunda görüş birliği halindedir. Borcu alabilmek için, rehni, satış bedelini alabilmek için de mebi (satılan malı);hapsetmek ve borca kefil isteme hakkı, teminat kabilindendir. Hakku'l-Mecra ve Hakku'l-Mesil yani sulama ve geçiş hakkı ise irtifak haklarındandır. Şart ve görme muhayyerliği, borcun vadesi ve ganimet üzerindeki hakkın taksimden önce mirasçılara geçip geçmeyeceği ihtilaflıdır.

Hanefilere göre, mücerred hak ve menfaatler mirasla geçmez. Çünkü miras, mevcut bir mal (ayn) üzerinde cereyan eder. Bunlar ise mal değildir. Borçlar da zimmetle devam ettiği sürece mal sayılmaz. Bunlar sadece zimmeti işgal eder, fakat gerçek kabızları tasavvur olunmaz. Ancak bunlara denk olan şeyler kabz edilebilir. Fakat bunlar hükmî mal sayıldığı için mirasla geçer. Hanefilerin dışındaki fakihlere göre ise; mücerred haklar; menfaat ve borçlar mirasla geçer. Çünkü bunlar da mal sayılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim bir mal veya hak bırakırsa, bu mirasçılarına aittir. Kim Haciz ve bakıma muhtaç yoksul kimseleri bırakırsa bunlar bana aittir" (Buhârî, Nafakat, I5; Müslîm, Feraiz, 15-17; Ebû Davud Büyu', 9; Tirmizî, Feraiz, 1; İbn Mace, Feraiz, 9, 13).

Haklar konusuna göre mâlî olan ve olmayan şahsî ve aynî, mücerred olan veya olmayan diye üçe ayrılır.

1. Mali olup olmamasına göre ikiye ayrılır.

Mali Haklar: Konusu mal veya menfaat olan haklar: Satıcının semende, alıcının mebi' (satılan) ya da hakkı şufâ hakkı, irtifak hakları, muhayyerlik hakkı ve kiracının kiralanandaki hakkı gibi.

Malî olmayan Haklar: Bunlar mali yönü bulunmayan haklardır. Kısas hakkı, Nafaka yokluğunda kadının boşanma veya tefrik (ayrılma hakkı, hidâne ve şahıs üzerinde velayet hakkı gibi). Siyâsî, temel hak ve hürriyetlerde bu guruba girer.

Şahsî ve aynî haklar:

Şahsî hak; İslâm'ın bir kimse için başkasının üzerine koyduğu haklardır. Bu, bir işi yapmak veya birbirinden kaçınmak tarzında olabilir. Satıcının semeni, alıcının mebi'i teslim hakkı, insanın borç veya telef edilen yahut gasb edilen şeylerin bedeli üzerindeki hakkı, karının veya diğer hısımların nafaka hakkı ile emanete mal verenin, bu malın kullanılmaması konusunda emanetçi üzerindeki hakkı gibi.

Aynî Hak: İslâm'ın belirli bir şahsa ait kıldığı haklardır. Hak sahibi ile belli bir maddi eşya arasındaki ilişki böyledir. Belirli bir gayri menkul üzerindeki, geçit, su geçirme gibi irtifak hakları gibi.

3. Mücerred olan ve olmayan haklar.

Sulh veya ibra yoluyla düşürülünce hiç bir sonuç bırakmayan haklara mücerred hak denir. Şüf'â hakkı sahibinin şüf'â hakkinı düşürmesi gibi. Düşürüldüğü zaman bir iz (sonuç) bırakan haklarda mücerred olmayan haklarda Kocanın boşanmakla karısının cinsî yönlerinden yararlanma hakkını düşürmesi gibi. Bu takdirde kadın serbest kalır ve dilediği ile evlenebilir (Alî el-Hafıf, Ahkâmü'l-Muâmelâtiş-Şeriyye, s. 38 vd; ez-Zuhaylî, a.g.e. IV, 16 vd).

Haklar, kazaya tabi olup olmaması bakımından dînî ve kazaî olmak üzere ikiye ayrılır:

1. Diyanî haklar. Bunlar kaza velâyeti altına girmeyen haklar olup mahkeme yolu ile takibi mümkün olmaz. Kişi sadece Rabbi ve vicdanı önünde sorumlu olur. Meselâ, bir kimse, alacağını hâkim önünde ispat etmekten aciz kalsa, buna hak kazanmış olmaz. Belki borçlunun diyâneten (vicdanen) borcunu ödemesi gerekir. Resmi makamlarca tescil edilmiş dinî rıikâh akitleri diyâneten sabit sayılır ve bunlara nafâka, çocukların nesebinin subutî gibi şer'i hükümler lâzım gelir.

Kazaî haklar. Hâkimin velâyeti altına giren ve hâkim önünde isbatı mümkün bulunan haklardır. Diyânî hükümler niyete, vâkıaya ve gerçeğe dayanır. Kazaî hükümlar ise, işin dış görünüşüne göre ortaya çıkar. Bunlar da niyete, işin vâkısına ve gerçeğine bakılmaz. Meselâ, bir kimse eşini yanlışlıkla (hataen) boşasa, fakat boşamayı kastetmemiş bulunsa, hâkim zâhire göre hüküm vererek boşanma tasarrufunu geçerli sayar. Kişi Allah'la kendi arasında diyaneten bu talakın yokluğuna hükmebedilir. Müftî de buna göre fetva verebilir. Çünkü koca, gerçekte boşamayı kastetmemiştir (ez-Zühaylî, a. g. e., I V, 21, 22).

Hakkın Hükümleri:

Bir hak, sahibi için sâbit olduktan sonra aşağıdaki hükümler cereyan eder.

a) Hakkın ifası. Hak sahibi hakkını meşrû şekilde kullanma yetkisine sahiptir.

Allah hakkı olan ibadetleri, normal zamanlarda azîmete; acz, hastalık veya yolculuk hallerinde ise ruhsata uyarak ifa etmek mü'min için bir hak ve görevdir. Mukîmin namazı tam kılması, oruç tutması, yolcunun ise namazı kısa kılması, orucu kazaya bırakabilmesi gibi. Müslüman, zekât gibi mâli bir ibadeti yerine getirmezse, hâkim zekâtı ondan zorla alır ve İslâm'a göre verilmesi gereken yerlere (bk. et-Tevbe, 9/60) dağıtır. Mâlî olmayan ibadetleri açıkça terkederse, hâkim sahip olduğu çarelere başvurur. Gizli terk varsa, Allah'ın bu kimseleri dünyada elem, belâ ve musîbetlerle, âhirette ise elem verici bir azapla cezalandırılmasından korkulur.

Kul haklarının yerine getirilmesinin, yükümlünün ihtiyar ve rızası ile olması asıldır. Eğer o, bu hakkı teslimden kaçınırsa duruma bakılır; gasbedilen, çalınan veya emânet verilen malda olduğu gibi, hakkın kendisi (aynı) veya istihkâk edilmiş olan gasbolunmuş malın misli elde mevcutsa mal misli ile alınır. Ancak bunları bizzat almak fitne ve zarara yol açacaksa yahut elde hakkın cinsinin aksine mal varsa, hak sahibinin hakkını bizzat alma hakkı yoktur. Ancak bu konuda mahkemeye başvurabilir. Bunda görüş birliği vardır.

Hanefilere göre, mal, alanın elinde, hak cinsinden bir mal olarak mevcut olur ve bizzat alınmasında fitne ve zarar tehlikesi bulunmazsa, hak sahibi bunu hâkim kararı olmaksızın bizzat alabilir. Hatta İbn Âbîdîn (Ö. 1252/1836) insanların borçlarını ödemede gevşek davranmaları ve teminatların bozulması sebebiyle, borçlunun elindeki malın hak cinsinden olup olmamasına bakılmaksızın, bunun alacaklı tarafından bizzat alınabileceğini söyler. Şâfiîlerin görüşü de böyledir: " Kötülüğün cezası benzeri bir kötülükle mukabeledir" (eş-Şûrâ, 42/40). "Ceza verirken, size verilenin aynıyla karşılık verin "(en-Nah/, 16/ 126). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimsenin yanında kendi malını bulan, bu malda daha fazla hak sahibidir"(Ahmed b. Hanbel, V, 13; İbn Mâce, Ahkâm, 26):

Mâlikî ve Hanelîlerin meşhur görüşüne göre, borçlunun elinde hak cinsinden bir mal bulunur ve bunun bizzat alacaklı tarafından alınmasında bir fitne ve zarar olmasa bile, bunu hak sahibi ancak hakim kararıyla alabilir. Delil olarak şu hadisleri ileri sürerler: "Emâneti, sahibine ver ve sana hıyânet edene hâinlik etme" (Ebû Dâvud, Büyû, 79; Tirmizî, Büyû, 38; Dârimî, Büyû, 57; Ahmed b. Hanbel, III, 414). Ebû Süfyân'ın (Ö. 31/651) karısı Hind, Hz. Peygamber'e, kocasının malından kendisi ve çocukları için habersiz olarak alıp alamayacağını sormuş, Rasûlullah (s.a.s) O'na şöyle cevap vermiştir: "Ma'rûf üzere sona ve çocuğuna yetecek kadar al " (Buhârî, Büyû', 95; Nesâî, Kadâ, 31; İbn Mâce, Ticârat, 65; Dârimî, Nikâh, 54).

Sonuç olarak, başkasının yanında bir hakkını mal veya ticaret eşyası (urûz) olarak bulan kimsenin borçlu, ödemede gevşek davranıyor veya borcu inkâr ediyorsa, bunu mahkeme kararı olmaksızın, zarûret sebebiyle, diyâneten almasının mübah olduğu konusunda, görüş birliği vardır (İbnü'l-Humâm, a. g. e. IV, 219-265; ez-Zühaylî, a.g.e, IV, 25, 26).

Borçların ifasında, adâlet ilkesine uyulur. Ancak hakkın çeşit veya miktarı belirli değilse, insanlar arasındaki ortalama ölçüsü esas alınır. (Haklarda orta yol için bk. el-Bakara, 2/233, el-Mâide, 5/89). Eğer borçlu darlık içinde ise, ona kolaylık göstermek gerekir: "Eğer borçlu darda ise, ona genişliğe çıkıncaya kadar süre verin, bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/280). Kadının mehir, kısas hakkı sahibinin kısas hakkından vazgeçmesinde de böyle bir kolaylık söz konusudur (bk. en-Nisâ, 4/4; el-İsrâ, 17/33).

Bir kimsenin sahip olduğu bir haktan vazgeçmesi kendisi için bir ecir kaynağıdır. Âyette şöyle buyurulur: "Kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Kim kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Şüphesiz ki Allah, Zâlimleri sevmez" (eş-Şûrâ, 42/40).

b) Hakkın himâyesi. İslâm, kendi tanıdığı hakları hem dünyevî, hem de uhrevî müeyyidelerle koruma altına almıştır. Allah hakkı olan ibadetlerin uhrevî ecir veya terki halinde azaba sebep olması, dünyevî bakımdan da "iyiliği emir ve kötülükten nehiy" çerçevesinde müeyyide bağlanması koruyucu niteliktedir. Kul hakları içinde herkes birbirinin mal, can ve ırz gibi temel haklarına saygı göstermek zorundadır. Aksi halde Devlet gücü devreye girer ve saldırıyı önler.

c)Hakkın meşrû şekilde kullanılması. Hakların İslâm'ın emrettiği şekilde izin verdiği ölçüler içinde kullanılması gerekir. Bir kimse mülkiyet hakkını dilediği gibi kullanır, fakat komşusuna ışığını veya havasını keserek vb. şekillerde zarar vermemesi de gereklidir. İslâm, başkasına zararı ve zulmü yasaklamıştır. Bu prensip, tüm Devlet yöneticileri için de geçerlidir. Nitekim Halkın şikâyeti üzerine Hz. Ömer (Ö. 23/643), Ammar b. Yâsir'i (Ö. 34/657) kûfe vâliliğinden azletmiştir.

d) Hakkın başkasına nakli. Bazı hakların başkasına nakledilmesi mümkün ve câizdir. Bu hak mâlî veya gayrî mâlî olabilir. Meselâ; satılan maldaki mülkiyet hakkı, satım akdi sebebiyle satıcıdan alıcıya geçer. Alacak hakkı, borçlunun ölümü hâlinde mirasa intikal eder. Yine mâlî olmayan haklardan küçük çocuk üzerindeki velâyet hakkı, babanın ölümü hâlinde dedeye, hıdâne hakkı, annesi çocuğun mahremi olmayan birisiyle evlenmesi hâlinde anneden ana cihetinden nineye geçer, hakkın intikal sebeplerinin bazıları şunlardır: Akit, ölüm, alacağın veya bir hakkın başkasına havâlesi (ciro).

e) Hakkın sona ermesi. Hakkın sona erme sebepleri, hakkın çeşidine göre değişir. Nikâh akdi talâkla, çocuğun babası üzerindeki nafaka hakkı ise, kazanacak çağa ulaşmasıyla son bulur. Yine mülkiyet hakkı satımla, intifa hakkı icâre akdinin feshi veya kira süresinin bitmesi yahut da akdin bazı özürler veya evin yıkılması gibi sebeplerle sona erer. Alacak hakkı; edâ, takas, sulh, hibe, iskat veya ibrâ yollarıyla ortadan kalkar.

Sonuç olarak İslâm hukuku açısın dan hakların asıl kaynağı İslam'dır. Durum böyle olunca, hakkın doğması, kullanılması, korunması ve sona ermesi ile ilgili hükümleri de İslâm'ın belirlemesi tabiîdir.

Hamdi DÖNDÜREN

Şirk

"Şe-ri-ke" fiilinin masdarı, ortak olma demektir. Dinî anlamda şirk, Allah'a eş ve ortak koşma manasına gelir.

Bu fiilin dört harfli "if'âl" babındaki şekli "eşrake"dir ve ortak tanıma, ortak koşma demektir. Bu babın ismi faili olan "müşrik" de, ortak koşandır (el-İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır 1961, II, 259, "şe-ri-ke" md.)

Şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kur'an'da yüzelliyi aşkın yerde geçmektedir.

Kur'an-ı Kerim'i incelediğimiz zaman, şirke düşen insanların nefislerine tabi olarak tevhide karşı çıkmalarının neticesinde bu duruma düştüklerini görüyoruz. Bütün müşrik toplumlarda, genellikle ahlaksızlık, nefis duyguları, zulüm, hırs, azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hakimdir. Şirkin temeli, insanların Allah'a tam manasıyle inanmamaları, O'nun emir ve yasaklarına gerektiği gibi uymamaları ve ondan sonra yukarıda arzedilen süfli bir duruma düşmelerine dayanır. Bu husus birçok âyette dile getirilmiştir (el-A'raf, 7/80, 81, 85, 86; Yusuf, 12/23, 25, 28, 29, 30, 31, 35; el-Hicr, 15/3 vb).

Kur'an âyetlerinden başka, çeşitli Hadislerde ve ilmî eserlerde de şirk konusuna geniş yer verilmiştir. Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir.

Şirk'in zıddı tevhiddir. O da, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmekle beraber, O'nun tasarruflarında tek kudret sahibi olduğunu, hüküm ve irâdeşinin her şeyin üstünde bulunduğunu kabul etmektir. İslâm dininde tevhid esastır. Hemen hemen bütün ibâdetlerin ana gayesi çeşitli konularda müslümanların arasında birliği sağlamaktır. Dünyanın her yerindeki müslümanların aynı ezanı okumaları, ibadetlerinde aynı kıbleye dönmeleri, tevhidin birer göstergesidir. Şirk bunun tam zıddıdır. Tevhid'in ana gayesi ve esas hedefi olan Allah'ın birliği hususundaki inancı zedelemek, O'na ortak kabul etmek, büyük şirk kabul edilmiştir.

Yüce Allah Kur'an'da: "Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13) diye buyurarak, şirki bir zulüm olarak tanıtmıştır. Nitekim şirke düşen insan, bu hareketiyle kendi nefsine zulmetmiş olur (el-Maverd, en-Nuketu ve'l-Uyunu, Beyrut, 1992, IV, 333). Ve yine şirk göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın zorunlu olarak teslim olduğu küllî bir kanuna, yani Allah'ın tek ilah ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelinmekle Allah'ın hakkını O'na teslim etmemek bakımından da bir zulümdür. Şirk'e düşen insanın kendi şahsına zulmettiğini destekler mahiyetteki diğer bir âyetin meâli şöyledir:

Allah'a ortak koşmadan, halis olarak Allah'ı birleyenler olun. Kim Allah'a ortak koşarsa, o sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir" (el-Hacc, 22/31 ) .

Şirk'e düşen insan o kadar perişan olur ki, Yüce Allah ile bağları kopar; istikametini şaşırır; iyi ile kötüyü ayırd edemez hale gelir ve kendi öz çocuğunu öldürecek kadar şaşkın bir duruma düşer. Onların bu acı hali, Kur'an'da şöyle haber verilmiştir.

Yine ortakları, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi süslü (güzel bir şeymiş gibi) gösterdi ki (böylece) hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları, uydurduklarıyla baş başa bırak!" (el-En'am, 6/137).

Yüce Allah'ın şirke bakışını ve şirkin Kur'an'daki tanımını sergileyen diğer bazı âyetlerin meâli şöyledir:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. O'ndan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, büsbütün sapıtmıştır" (en-Nisa, 4/116).

"Onlar (müşrikler, şirk koşanlar insanları) ateşe çağırır. Allah ise izniyle Cennete (girmeye) ve mağfirete çağırır" (el-Bakara, 2/221).

"Kitâb ehlinden ve (Allah'a) şirk koşanlardan kâfir olanlar, Cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalacaklardır. Onlar, halkın en şerlileridir" (el-Beyyine, 98/6).

Tevhide aykırı olan, Allah'ın ve Peygamber (s.a.s)'in emirlerine ters düşen şirke, kimden gelirse gelsin, itâat etmemek gerekir. İslâm dini annebabaya son derece itâat etmeyi, onlara saygıda bulunmayı emrettiği halde, şirk olan hususlarda, onların sözünü dinlememeyi ve onlara tabi olmamayı istemektedir. Konu ile ilgili bazı âyetlerin meâli şöyledir:

"Biz insana anne-babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşmanı için zorlarlarsa, (bu hususta) onlara itâat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm." (el-Ankebût, 29/8).

Biz insana anne-babasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. Onun (memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur. (Bunların hepsi, güç şeylerdir. Onun için biz insana) '-Bana ve anne-babana şükret. Dönüş banadır, (diye öğüt verdik). Eğer onlar seni hakkında bir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itâat etme. Onlarla dünyada iyi geçin ve bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır. (O zaman ben) size yaptıklarınızı haber vereceğim" (Lokman, 31/14,15).

Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed (s.a.v) de, şirki helâk edici büyük günahların başında saymıştır: Bu hususu belirten bir hadiste şöyle buyurmuştur:

Helak edici yedi şeyden sakının:

1- Allah'a şirk (ortak) koşmak;

2- Sihir (ve büyücülük gibi göz boyayan, aldatıp oyalayan şeyler)le meşgul olmak;

3- Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak;

4- Yetim malı yemek;

5- Savaş alanından kaçmak;

6- Faiz yemek;

7- İffetli, namuslu, suçtan beri, mü'mine kadınlara zina isnâd etmek" (Buharî, Vesaya, 23, Tıb, 48, Hudud, 44; Müslim, İmân, 144; Ebû Davûd, Vesâya, 10; Nesâı, Vesâya, 12).

Şirkin dışındaki günahların affedileceği, imân sahibi olan bir insanın bu gibi günahları işlediği takdirde, cezasını çektikten sonra mutlaka cennete gideceği, ancak şirke giren insanların, tevbe etmeden öldüğü takdirde, affedilmeyeceği Rasûlüllah (s.a.v) tarafından haber verilmiştir:

"Cebrail bana gelerek şu müjdeyi verdi: "-Ümmetinden kim Allah'a şerik (ortak) koşmadığı halde ölürse, Cennet'e girer". Bunun üzerine ona dedim ki: "-Zina da etse, hırsızlık da yapsa ..?" Cevap verdi: "Evet, zina da etse, hırsızlık da yapsa..." Peygamberimiz (s.a.s)'in bildirdiğine göre, Cebrâil (a.s)'a bu soruyu üç defa sormuş ve her seferinde aynı cevabı almıştır (Buhârî, Cenaiz, 1, Libas, 24, İsti'zan, 30, Rıkak, 13,14, Tevhid, 33; Müslim, İmân, 153, 154, Zekat, 32,33; Tirmizî, İmân, 18; Ahmed b. Hanbel, V, 152, 159, 161, VI, 166)

Bir de küçük şirk diye bir çeşit şirk daha vardır. O da, ibâdetlere riya ve gösterişi karıştırmak, Allah'ın rızasından sapmaktır. Kur'an'da bu hususta şöyle buyurulmuştur:

Kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabb'ine ibâdette hiç kimseyi şerik kılmasın (ortak tutmasın)" (el-Kehf, 18/110).

Bu âyette geçen, ibâdette Allah'a şirk koşmaktan gaye, ibâdette ihlaslı ve samimi olmamak, Allah'ın rızasının dışındaki riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir (el-Beydâv, Envanu't-Tenzil ve Esranu't-Te'vîl, Mısır 1955, II, 14).

Hz. Muhammed (s.a.s)'in de bu hususta söylediği Hadislerden bazıları şöyledir:

Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir." Hazır bulunanlar: "Ya Rasûlüllah! Küçük şirk nedir?" diye sordukları zaman, Rasûlüllah (s.a.s) şöyle devam etmiştir: "Küçük şirk, riya yani gösteriştir. Ahiret gününde insanlara amellerinin karşılığı verildiği zaman, Allah diyecek ki: "- Dünya hayatında iken, kendileri görsün diye riya ve gösteriş yaptığınız kişilerin yanına gidin, bakın, onların yanında herhangi bir karşılık bulacak mısınız?" (Ahmed b. Hanbel, V, 428, 429).

"Ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a şirk koşmaktır. Ama dikkat edin; Ay'a, Güneş'e veya puta tapacaklar, demiyorum. Fakat, Allah'ın rızasının dışındaki gayeler için harekette bulunacaklar ve gizli şehvet, yani riyâ ve gösteriş duygularını taşıyacaklar (demek istiyorum)" (İbn Mâce, Zühd, 21).

Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Rasûlüllah (s.a.s)'i şöyle söylerken işittim:

"Kıyamet günü aleyhine hükm olunacak halkın birincisi şehid edilen bu adam olacaktır. O kimse, (Allah'ın huzuruna) getirilir; Allah ona verdiği nimetlerini bir bir anlatır. O da bunları bilir ve hatırlar. Yüce Allah:

-”Bu nimetlerin arasında ne yaptın?" diye sorar. O kişi:

-"Senin rızan için savaştım ve nihâyet şehid oldum " diye cevap verir. Yüce Allah:

-”Yalan söylüyorsun. Fakat sen, hakkında kahraman denilsin diye savaştın. Bir rivâyete göre, Allah'ın emri üzerine o kişi yüz üstü sürüklenerek Cehennem'e atılır.

(İkinci olarak) İlim öğrenmiş, başkalarına da öğretmiş ve Kur'an okumuş biri huzur'u ilâhiye getirilir. Yüce Allah ona da verdiği nimetlerini tek tek anlatır. O da bunları anlar. Allah ona:

-"Bu nimetlerin arasında bulunurken, ne yaptın " diye sorar. O şu cevabı verir:

-”Senin rızan için Kur'an'ı, ilmi öğrendim ve başkasına öğrettim." Yüce Allah ona da şöyle der:

-”Sen yalan söylüyorsun. Fakat sen Kur'an'ı, ilmi riya ve gösteriş için, sana alim, güzel okuyor, densin diye okudun, öğrendin. Nitekim senin için bu övgüler yapıldı." Allah'ın emri üzerine o da sürüklenerek Cehennem ateşine atılır.

(Üçüncü olarak) Allah'ın kendisine geniş çapta zenginlik ve çeşitli maldan verdiği biri getirilir. Allah, buna da verdiği nimetleri ayrı ayrı anlatır. O da, bu nimetleri kabul eder, hatırlar. Yüce Allah ona da şunu sorar:

-"Bu nimetlerin arasında bulunurken, ne gibi hayırlı işler yaptın ? O da şöyle cevap verir:

-"Senin rızan için, sevdiğin her türlü yola para harcadım. Maddi yönden, yardımda bulunmadığım hiç bir şeyi bırakmadım. " Yüce Allah ona da aynı şekilde cevap verir:

-”Sen yalan söylüyorsun. Aslında sen bunları, sana cömert denilsin diye yaptın. Riya ve gösterişte bulundun. Beklendiğin medih ve övgülere de kavuştun." O da Allah'ın emri üzerine yüzüstü sürüklenerek Cehennem ateşine atılır" (Müslim, İmâre, 152; Nesef, Cihâd, 22; Ahmed b. Hanbel, II, 322).

Bu hadiste ifâde edildiği gibi, şehid olmak, alim olmak ve hayır yollarına maddi yardımda bulunmak, son derece güzel şeylerdir. Ancak bunlar Allah rızası için değil, riya, gösteriş veya başka herhangi bir menfaat duygusu ile olunca, hiç bir kıymeti ve değeri yoktur.

Kul Hakkı

Üzerinde kul hakkı olan kişi bunu nasıl ödemelidir?

Bilinen ve ödenme imkânı olan haklar aynen ödenmeli, sahibinden de ayrıca helâllık alınmalıdır. Ödenme imkânı olup, her nasılsa sahibine ödenemeyen maddi haklar, sahibi adına, yani sevabı ona olmak üzere muhtaçlara verilmeli, sahibi için de istigfar etmelidir. Sahibine söyleme ve,ödeme imkânı olmayan, başkasına da ödenemeyen haklar için, hakkın sahibine ve kendine çokça mağfiret dilemeli, ona kendisindeki hakkını helâl ettirmesini Allah'tan israrla istemeli ve yakarmalıdır.

İmana Davet

Allah (c.c) şöyle buyuruyor :

"Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır." (Tevbe: 6)

Bu muhkem olan ayet; Şeriatlerin unutulduğu, hakka giden yolların karanlıklar içinde kaldığı bir dönemde bile, şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlaramüşrik hükmü verildiğini ispat etmektedir. Bu ayete baktığımızda, söz konusu şahısta aynı anda iki sıfat bulunduğunu görüyoruz. Bunlar ise; şirk ve Rasulullah'ın risaletini bilmemektir. Görülüyor ki Rasulullah'ın risaletini bilmemek, şirk işleyen kişiye "müşrik" sıfatının verilmesine engel olmamıştır.

İmam Taberi dedi ki:

"Allah (c.c) ayeti kerimede nebisine şöyle buyuruyor: "Ey Muhammed! Haram aylar geçtikten sonra sana öldürülmelerini emrettiğim müşriklerden biri Allah'ın kelamı olan, Allah'ın sana indirdiği Kur'anı dinlemek için senden eman isterse "fe'ecirhu" yani; Allah'ın kelamını dinleyinceye ve sen ona Kur'an'ı okuyuncaya kadar ona eman ver. Sonra onu, güvenlik içinde olacağı bir yere ulaştır.

"Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır."Yani onlara istedikleri emanı vermen, Kur' an'ı dinlemeleri içindir. Onlar İslam'ı kabul etmedikleri taktirde onları güvenlik içinde olacakları bir yere ulaştırman da; onların cahil bir topluluk olmalarından ve Allah katından gelen delillere iman ettiklerinde Allah katında ne mükafatlar bulacaklarını, Allah'a imanı terk ettiklerinde ne kadar sorumluluk ve günah altında kalacaklarını bilmemelerinden dolayıdır." (Taberi Tefsiri)

İmam Begavi dedi ki:

"Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar..."

İslam'ı kabul ettiklerinde Allah katında nasıl mükafatlar kazanacaklarını, İslam'ı kabul etmediklerinde de Allah katında onları nasıl bir azabın beklediğini öğreninceye kadar...

"Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır."

Yani; onlar Allah'ın dinini ve tevhidini bilmezler. Bundan dolayı Allah'ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.

Hasan dedi ki:

"Bu ayet kıyamet kopuncaya kadar muhkemdir." (Begavi Tefsiri)

Şevkani, tefsirinde şöyle dedi:

"Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır."

Yani gerek dünya hayatları ve gerekse ahiretleri için hayır ve şerri ayırdedebilecek faydalı ilimden mahrum olmaları sebebiyledir." (Fethulkadir Tefsiri)

Allah Affetmez

Allah Şirk ve Kul hakkını Affetmez.

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    1 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    15 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    16 yıl önce